İklim Kanunu Teklifi Ne Anlama Geliyor?

Eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişkliği bakanı ve şimdilerde Çevre Komisyonu başkanı olan Murat Kurum yazılı bir açıklama yaptı. 25 Ağustos’ta bu açıklama haber oldu ve detayları oradan öğrendik. Kurum özetle “İklim Değişikliği Bakanlığı olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlarla STK’lerle üniversitelerle belediyelerle yasaya ilişkin hazırlıkları tamamlamak üzere olduklarını” söyledi. Devamında taslağın Çevre Komisyonu’nda görüşülerek Meclis’in onayına sunulacağını söyledi.
Bu haber ile akıllara çok sayıda soru geldi. Kanun teklifi ile bir beklenti haliyle oluştu. Teklifin ne anlama geldiğini iyi okuyabilmek için iklim değişikliğinin durumunu, bilimsel raporları, siyasi süreci, Türkiye’nin iklim politikalarını ve mevcut düzenlemeleri bilip bunları yasama zemininde incelemek gerekiyor. Bunları bütün olarak inceleyip ancak o zaman konu konuşulabilir hale gelir. Teklif çalışması sırasında aslında bunlarında hazır edilmesi gerekiyor. Fakat kanun yapım tekniğinde artık bunlara pek yer verilmiyor.

O zaman bunu nasıl yapacağız? Bunun için en temel soruları sorup buradan kesitler almak en kolayı.
Bu soruları farklı yollarla sormak mümkün elbette. Ama biz bir yolu sececeğiz?
1- Teklif bilimsel hedefler ve raporları referans alıyor mu, dikkate alıyor mu?
Hayır. Teklifi incelediğiniz zaman böyle tek bir referans bile yok. Bilime, bilimsel kurumlara ve siyasi-bilimsel referans teklif metninde hiç yer almıyor.
2. İklim değişikliğini durdurma ya da yavaşlatma hedefi var mı?
Hayır, yok. Böyle bir hedef yok ama üç yerde “Ulusak Katkı Beyanı”’na atıfta bulunarak bilmeyenin akıl yürütemeyeceği bir yerde konuyu bırakıyor. Böylece azaltıma yönelik kısa ve orta vadeli plan, program, yaptırım gibi temel unsurları barındırmıyor.
3. Emisyonda rekor hedefliyor.
Evet, 2038’e kadar emisyonları sürekli arttırmayı hedefliyor. Çünkü Ulusal Katkı Beyanı’nda bu var. Atıf yapılan bu Beyan ile 2038’de emisyonlar 2020’nin altında değil, bilekis oldukça yüksek miktarda arttıracak ve 2020’nün üstüne yaklaşık 250 milyon ton daha ekleyecek. Bu son 10 yılda çıkan karbon yoğun yatırımların daha fazlasının eklenmesi anlamına geliyor.
4. Net sıfır hedefi yok mu?
Türkiye ekonomisinin hızla karbonsuzlaştırması gerekiyorken bunu ötelemek için 2038’e kadar zirve yapma ve bunu da zirveye çıktıktan sonra 15 yılda sıfırlama gibi bir iddia ile örtüyor. Teklifte sık sık tekrarlanan (dört defa) “net sıfır” ifadesi ile Türkiye’nin önümüzdeki 15 yılda fosil yakıt bağımlılığında rekor kırması saklanmış oluyor. Bu kadar bağımlılığı artmışken sonraki 15 yılda nasıl net sıfır olunacak bilinmiyor.
Aslında böylece Türkiye 30 yıl sonra net sıfır emisyon hedefi ile 15 yıl boyunca maksimum emisyon hedefini saklıyor.
5. Ekonominin yönü ne olacak?
Çok net anlaşılacağı gibi Türkiye kendi kaynaklarını daha fosil yakıt yoğun alanlara açarken bunun daha fazlası için dış yatırımları da fosil yakıt yoğun sermayeye açmış olacak.
Bu soruları kanun teklifine dair onlarca tartışmaya girmemek ve asıl meseleye gelmek için sorduk. Bu beş nokta özel sektör için kritik aslında. Gelin bakalım.
Şirketler için ne anlama geliyor?
İlk olarak bu düzenleme şirketler için çok önemli bir fark yaratmayacak. Örneğin seragazı izleme ve raporlama ile ilgili tebliğe ( 22/7/2014 tarih ve 29068 sayılı RG ile 5/2/2021 tarih ve 31386 sayılı RG) dahil iseniz burada değişen bir şey yok. Yaptırımlar (madde 17) belki bir fark sayılabilir. Ama düşük cezalar ile bu da tartışılabilir.
Bu durumda eğer emisyon değerleriniz sınırların altında ise raporlama gibi bir yükümlülüğünüz, karbon yönetimi gibi bir derdiniz yok.
Ama AB’ye doğrudan ihracatınız var ise, ya da ihracatı olan bir şirkete satışınız var ise yükümlülüğünüz var.
Yani kanun değil AB mevzuatı daha belirleyici.
Ama asıl önemlisi asli işleri şart koşup küreselleşen iklim poliitkalarında şirketlere fayda sağlamak yerine tali işlerle maliyet sağlayacağı olası görünüyor. Böyle bakan ve örneğin 50 bin tondan fazla seragazı salan bir şirket bu çalışma yerine 200 bin TL cezayı ödeyip geçebilir. Bu riskin olası olması ülkemizde kesin anlamına geldiği için burada susuyoruz.
Ayrıca atıfta bulunulan Beyan’ önümüzdeki 15 yıl boyunca ekonomiyi karbon yoğun yapacakken enerji verimliliği, tasarımın verimliliği ve sektörel dekarbonizasyonu gereksiz kılıyor.
İşte burada ilginç bir nokta oluşuyor. Doğrudan ve dolaylı ihracat yapan şirketleri ülke mevzuatına değil AB düzenlemelerine uymayı gerekli kılarken artan emisyonlar ile kapsam iki ve kapsam üçün bazı kategorilerde emisyonlarını artmasına neden olması kuvvetle muhtemel.
Kanun teklifi ne iklim ne de şirketler için belirleyici olmadığını söyleyebiliriz. Ama bu kanundan daha etkili olan hayatın gerçekleri. Artan aşırı iklim olaylarının ekonomik maliyetleri aşmış olması, AB’nin mevzuatının geldiği nokta çok daha berlirleyici.
Özetle iklim değişikliği ile mücadeleden çok iklim değişikliğini piyasalaştırarak mali bir yük haline getiriyor gibi görünüyor. Ayrıca İkllim Kanunu iklim değişikliğini durdurmak veya yavaşlatmak yerine “zaten iklim değişecek” beklentisi ile salt piyasa merkezli çözüme kilitleyen, şirketlerin üretim, tedarik, bertaraf gibi alanlarda karbonsuzlaştırarak fosil yakıt bağımlılığınıu azaltıp AB’ye rekabetçi ürün satmasına fırsat verecek gibi görünmüyor.